Friday, July 26, 2019

Duygusal Zeka

Çocukla beraber yaşadıklarınız, davranış ve duygularınız çok daha etkilidir ama doğru zamanda, doğru beden dili ile söylenen söz de çok güçlüdür.

Çocukluk döneminde anne baba ile kurulan iletişimin neredeyse tümü bilinçaltı kütüphanenizin bir yerinde saklıdır.

Öyle cümleleri vardır ki onlar hep ön raftadır, kulağınızda küpe, zihninizde bir yankıdır.

Bir insanı tanırken, onu severken, ona kızarken ya da onunla bir sorun yaşadığınızda içinizden gelen ses çoğu zaman anne ya da babanıza aittir.

Atacağınız adımı olumlu ya da olumsuz etkiler bu sözler.

Çoklu zekâ kuramının kurucusu Howard Gardner insanların başarısında duygusal zekânın (EQ) akademik zekâdan (IQ) daha etkili olduğunu öne sürdü.

Bir işteki başarınız, o işte yükselmeniz, insanlarla mutlu ve güvenli bir ilişki kurmanız matematik zekânızdan çok duygusal zekânızla ilgilidir.

Duygusal zekânın bileşenleri ise kişinin duygularını tanıması, duygularla başa çıkabilmesi, kendini motive edebilmesi, başkalarının duygularını fark edebilmesi ve duygudaşlık kurabilmesi, insanlarla etkili iletişim kurabilmesi ve sürdürmesidir.

Bu kavram aynı zamandan çocuğun tüm canlılara, doğaya saygı duyması, merhametli olması, adil olması gibi erdemleri de barındırır.

Peki, çocuğun duygusal zekâsının yüksek olması için hangi sözler etkilidir?

1. Duygularını sözle ifade etmen ne güzel! Şimdi daha iyi anladım seni.

Etkili iletişimin en temel basamağıdır.

Geliştirilmesi gereken ilk becerilerdendir.

Duygular zaten bedende ifade edilir ama her insan sözle ifade edemez.

Yetişkin ya da bir çocuğun duygularını söze dökebilmesi birçok sorunu daha oluşmadan önler.

Sevilen ve saygı duyulan bir arkadaş olmada çok etkilidir.

2. Ne hissediyorsun?

Çocuğun duygularını ifade edebilmesi için de bu duyguları tanıması gerekiyor.

Temel duyguları (öfke, üzüntü, korku, mutluluk, sevgi, şaşkınlık, iğrenme, utanç) görselleriyle anlatmak hatta odaya bir pano asmak öğrenmeleri için oldukça etkili bir yoldur.

Olaylar sonrası yaşanan duyguları sadece iyi ya kötü olarak değerlendirmek çok yetersizdir.

Bu soru çocuğun duyguları öğrenmesinin ilk adımıdır.

3. Komşu, akrabalarla ya da tanıdık kişilerle karşılaşınca selam vermen, nasıl olduklarını sorman çok düşünceli bir davranış.

Duyguları tanıyan ve bunu kelimelerle ifade edebilen çocuğun bu becerisini çevresiyle de kullanabilmesi gerekir.

Çevreyle kurulacak etkili bir iletişim selâmla, hâl hatır sormakla başlar.

Toplum içindeki saygınlığın başladığı noktadır.

4. Ağaçlara, hayvanlara, bitkilere karşı duyarlı olman beni çok etkiliyor.

Her çocuk doğayı, hayvanları, bitkileri sever.

Saygı duymayı, korumayı da biz ona göstermeliyiz.

Aynı evrende birlikte yaşadığımızı, onlarında canı olduğunu, bazılarının bizim gibi duygularının olduğunu bilmesi çok önemlidir.

Duygusal zekâsı yüksek olan çocuk sosyal çevreyle olduğu kadar doğal çevreyle de uyumludur. Onlar yok olursa biz de yok oluruz.

5. Kendini güzel savundun. Aferin.

Duygusal zekâsı yüksek çocuk kendi sınırlarını bilir.

Sadece bilmekle kalmaz savunabilir de.

Bu cümlenin etkili olması için özellikle bebeklik ve çocukluğa geçiş döneminde çocuğa özel alanı konusunda bilinçli yaklaşılmış olması gerekir.

O istemediği halde bedenine zorla dokunmak, fiziksel ya da sözel ihlaller bu cümleyi etkisiz kılar.

6. Başkalarına saygılı davranmanı takdir ediyorum.

Saygının en temel özelliği karşı tarafın sınırlarına özen göstermektir.

Onun sınırlarını ihlal etmemektir.

Bir insanın sınırını ihlal eden söz ve davranışların çocuğa öğretilmesi çok önemlidir.

Bunu uyguladığında mutlaka bu sözle doğru davranışı pekiştirin ki kalıcı olsun.

7. Konuşurken beni dinlemen, gözlerime bakman beni çok etkiliyor. Böyle yapınca değer verdiğini hissediyorum.

Duygusal zekada empati yani duygudaşlık en önemli konulardan biridir.

Aslında duygudaşlık sizin mutlu bir arkadaşlık, mutlu bir evlilik için de en önemli noktalardan biridir.

Duygudaşlığı öğrenmenin yolu ise etkili dinlemekten geçer.

Toplumumuzda önemli bir yaradır bu ama umarım yeni nesil bizden daha ileride olur.

8. Ben farklı düşünüyorum. Her insanın farklı bir düşüncesi olabilir. Bu bir zenginliktir.

Kavgaların, düşmanlıkların önüne geçmenin etkili bir yolu da çocuğun farklı düşüncelerin normal olmasını öğrenmesidir.

Bu cümle bunu en iyi vurgulayan cümlelerdendir.

Ebeveynler birbirleri ile konuşurken uygun zamanda ve uygun bir dille bunu ifade etmeleri çocuğun öğrenmesinde en etkili yoldur.

Tüm yaşamı boyunca çocuğa iyi gelecek bir cümle öğretmiş olursunuz.

9. Bir sıkıntı yaşadığında hemen pes etme. Anne ve baban olarak her zaman arkandayız canım.

Duygusal zekânın yüksek olmasını sağlayan önemli bir bileşen de zorluklarla başa çıkabilmektir.

Başarılı bir işin ya da mutlu bir yuvanın altında zorluklara göğüs gerebilme, zorluklarla mücadele edebilme vardır.

Çünkü başarıya giden yolda da mutluluğa giden yolda da her zaman zorluklar, sıkıntılar olacaktır.

Bunun cesaret gerekir.

Çocuk cesaretini kendi başına yaptığı işlerden ve anne babasının duygusal desteğinden alır.

10. Zorlandığında güvendiğin insanların fikrini alabilirsin.

Doğru zamanda doğru kişilerden aldığınız öneriler, düşünceler hayatınızı değiştirebilir.

“Benim fikrim her zaman doğrudur” düşüncesi başarısızlığın ve mutsuzluğun garantisidir.

Zaman zaman eşinizin fikrini almanız, çocuğun fikrini almanız onun duygusal zekâsını artırır.

Uzm. Psikolog Ramazan Şimşek

Tuesday, July 23, 2019

Kolayı Varken

Küçük çocuğa;

Eline aldığı istemediğiniz bir eşya için:
– Bırak onu, denmez.

– Koy yerine çabuk, da denmez.

– Hele de, “Ver onu bana”, hiç denmez.

Neden?

Çünkü o eşyayı bir amaç için eline almıştır.
İster tehlikeli bir eşya olsun, isterse başka bir çocuğun oyuncağı veya eşyası olsun, o eşya artık onundur.
Kaybetmeyi göze almaz.
Kimseye vermez.
Onu kırar, gene de kimseyle paylaşmaz.

Zorlarsanız, üsteler ve diretirseniz;

O da direnir. Hem de tüm gücüyle.
Olmadı, eşyayı yere çarpar.
Daha olmadı, onu üstünüze fırlatır.
Sonra da gelir size vurur, sizi ısırır.
Eh, evde bir de bebek varsa işte o zaman durum daha da tehlikeli olabilir.
Gücü ona yettiği için ilk hedefi o olur, gider hıncını ondan çıkarır.

Peki ne yapılır?

Eşyanın durumuna göre aşağıdaki seslenişlerden biri ya da birkaçı tercih edilebilir:
– Onun ne işe yaradığını sana göstermemi ister misin?
– Onun ne olduğunu sana anlatayım mı?
– Yanıma gelirsen onunla bir iş yapabiliriz ikimiz.
– Onun içine bir şeyler koyalım mı?
– İçine ne dolduralım sence?
– İkimiz onunla bir oyun oynayalım mı?
– Yanına gelmeme izin verirsen onu birlikte inceleyelim, hı ne dersin?…vs.

Dr. Yaşar Kuru



Ani tepkiler vermek çocuğu nasıl etkiler?

Hiç bir zaman sorunsuz bir ev hayatı ve çocuk yetiştirmeyle karşılaşmayacağız.

“Her şey bitti, çocuğum acayip bir şey oldu ve şu anda benim annelik yapmaya ihtiyacım yok” diyorsanız, kendinizi kandırırsınız.

Her an yeni problemlerle, her an çözülmesi lazım gelen bir şeylerle karşılaşacağız ki yaşam devam etsin.

Bir annenin ya da bir babanın aslında anne babalık hitap edişi, önce sesinin tonuyla anlaşılıyor.

Sesinin tonu annemsi bir ses, rahmetle süslenmiş bir ses, yumuşak bir ses, hitap edici bir ses, çocuğu kavrayıcı kucaklayıcı bir ses olmalı… Çok defa bu ses çok tanıdık geliyor.

Belki dünya üzerinde ne kadar insan yaşıyorsa, her birisinin kendisine ait bir sesinin tonu olsa da, yumuşak ses ve o annemsi ses, o şefkatli ses hemen tanınıyor. Ve yumuşacık o sesin kişiye birden bire tesir ettiğini görülüyor.

“Bir annenin ya da babanın kendisinde ilk kazanacağı şey; sesinin tonu olmalıdır.”

Buyurucu ve emredici ses, ince, karşıdaki kişiyi sanki kırbaçla yakalamış gibi, sanki kaşları çatılmış gibi emredici bir ses, çocuk terbiyesine en zarar verici unsurdur.

Eğer bir anne baba kendisini terbiye etmek istiyorsa, terbiye etmeye başlayacağı yer önce sesi olmalıdır. Rahmetle süslemeli anne baba sesini.

Böyle olmazsa, çocuk anne ve babanın sağırı olur. Ebeveyn sağırı. Çocuğa seslenirsin duymaz, dediğini yapmaz.

Çünkü duyduğu ses, sesin buyuruculuğu yaralıyor, hitap edemeyiş yaralıyor ve çocuk aslında anne babadan kaçıyor. Ve bir süre sonra duyarsızlaşıyor, ondan sonra da ebeveyn şiddete başvuruyor.

Bir çocuk anne babasını duymuyorsa ve dinlemiyorsa, anne baba kendi sözünü yerine getirtemiyorsa, kendi halinden utanmalıdır, çocuğunun halinden değil.

Halbuki insan şefkate koşan bir varlıktır. Sıcaklığa sığınan, sığınacak bir liman arayan bir varlıktır. Hele ki bu çocuksa eğer…

Eğer bir çocuk anneye sığınmıyor ve anne ona bir şey söylediği halde duymazdan geliyor, içerde dolaşıyor, dışarıda dolaşıyor, eğer sesi onu kuşatmıyor, “Annem” diye seslenmiyorsa bu anne kendi halinden mahcup olmalıdır.

Üstüne bir de; “Beni dinlemiyorsun!” diye çocuğa bağırmak çağırmak oldukça yanlış bir davranıştır.

Öfke kontrol bozukluğunun, toplumumuzun en yaygın bozukluğu olduğunu çok net söyleyebiliriz.

Eğitim düzeyi ne olursa olsun, kişinin aldığı eğitim onu anneliğe hazırlamaz. Kişinin sahip olduğu makam, onun babalık kalitesini artırmaz. Toplumumuzun genel hastalığına baktığımız zaman, öfke kontrol bozukluğu çıkıyor karşımıza.

Televizyonlarda, öfkesi rayından çıkmış bir çok insan göreceksiniz. Bağıra, çağıra… Haber spikerinden, haber muhabirine kadar, yöneticilere kadar.

Gözleri dönmüş, sesi sertleşmiş, bağırıcı çağırıcı bir çok insan göreceksiniz. Öfke kontrol bozukluğunu trafikte göreceksiniz, bir annede göreceksiniz…

“Öfke kontrol bozukluğu, psikolojik bulaşıcılık taşır.” Siz bağıran çağıran bir anneyseniz, bağıran çağıran çocuğunuz olacaktır. Bu, iki kere iki dört gibidir.

Bağıran çağıran bir babaysanız, bağıran çağıran bir karınız olacaktır. Bağıran çağıran karı-kocaysanız bağıran çağıran bir çocuğunuz olacaktır. Çünkü bu psikolojik bulaşıcılık taşır.

Ancak şunu da beraberinde söylemek gerekir ki, eğer bağırıp çağırmak evde bir yaşam tarzı değilse, yani anne birden bire patlıyor, ama 10-15 gün sükunet içerisinde gidiyor, sonra tekrar birikiyor, tekrar patlıyorsa, arada bir olan şeylerse, bu çocuğa aslında aynıyla aktarılmaz, bu çocuğu kaygıya sevk eder sadece, “çocuğu anneye edilgen eder”

Annenin arada bir öfke patlaması yaşaması, “çocuğu anneye edilgen eder”.

Şöyle düşünülebilir…

Yanında silahı olan ve yanındaki kişileri, arada bir silahını çıkarıp vuran bir mafya babası var. Çıkarıyor, “Canım sıkıldı, gel seni vurayım” diyor ve pat diye bir kişiyi vuruyor. 10 kişilik bir grupsunuz ve görüyorsunuz.

Pat diye birisini vuruyor, onu götürüyorsunuz, çöpe atar gibi atıyorsunuz. Mafya babası ayaklarını masaya uzatmış. Sonra geri kalan 9 gün çok sevecen davranıyor. “Aslanım, koçum, hadi sizlere yemek ısmarlıyorum” diyor ama siz biliyorsunuz ki tepesi attığı zaman silahı çıkarıyor vuruyor.

Ve aradan 15 gün geçiyor, pat diye bir kişiyi daha vuruyor. Ne yaparsınız siz böyle bir mafya babasının yanındaysanız?

Onu huzursuz etmemek, kendinizi ona kıydırmamak için ona bağımlı hale gelir, onun etrafında dönmeye başlar, devamlı yüzüne gülmeye çalışırsınız. Ona şirin görünmeye çalışırsınız…

İşte böyle öfke kontrol bozuklukları yaşayan, arada bir patlayan, o patladığı sırada çocuğuna zarar veren bir anne ya da baba, çocuğunu kendine “bağımlı” eder.

Yılışık bir bağımlılığın içerisinde, ürkek bir bağımlılığın içerisinde, gece korkuları yaşayan, arkadaşlarının içerisinden birisi sanki birden bire kendisine bağıracakmış gibi hisseden biri olur. Sanki hoşuna gitmeyen bir davranış oluştuğunda öğretmeni bağıracakmış gibi endişeye kapılır.

Buna “kaygı bozukluğu” diyoruz.

Beklenmedik bir zamanda, hiç beklemediği bir kişiden böylesi bir saldırıya uğramak…

Evet bazen kişinin dengeleri bozulabiliyor, birden bire incitebiliyor karşıdaki kişiyi, hele karşıdaki kişi çocuksa, onun savunması da zaten yok.

Anne baba eğer böylesi bir davranışta bulunduysa, arkasından mutlaka kendisini izah etmesi lazım.

“Oğlum ben yanlış yaptım, kendime hakim olamadım, kusura bakma, özür dilerim senden. Ne kadar çirkin bir davranıştı, inşallah bir daha yapmayacağım, kendime sahip olmaya çalışacağım” diyerek, hem kendisini bir şekliyle bağlaması, hem de çocuğuna “Şu anda yaşanılan olayın, aslında sorumlusu sen değil, öfkesi bozuk olan benim. Bir kamyon gibi çiğnenen kişi de sen oldun” diyerek, çocuğun kendisini suçlu hissetmemesi adına, arkasından mutlaka gerekçesinin söylenmesi lazım.

“Aslında sana bağırmak istemedim” sözü çocuk tarafından algılanacak bir şey değil. Çünkü bağırdın.

Buradaki söylenecek sözün şu olması lazım: “Kendime hakim olamadım, sinirlendim, bağırdım. Aslında yanlış yaptım”

Çok net olarak, “Kusura bakma oğlum, kusura bakma kızım” diyerek, çocuğun o kaygı bozukluğuna düşmesine engel olmak lazım.

Ancak diğer bir husus da şudur ki, öfke bozukluğunun iki tane sebebi vardır.

1-Fizyolojik sebepler

2-Psikolojik sebepler

Fizyolojik sebepler şöyle açıklanabilir. Fizik sağlığına dikkat etmeyen kişilerin öfke kontrol bozukluğu olur.

Mesela kişi uykusunu tam almıyorsa, bu kişi öfke kontrol bozukluğuna düşecektir.

Bebeği olan bir anne gece 1 de yatıyor, sabah 7 de kalkıyorsa, bu anne çocuğu yer…

Gece 1 de, 2 de yatılır mı?

Sabaha kadar televizyon, dizi vs. yazık…

Bu durumda insanın homeostatik dengesi bozulur ve o denge bozulduğu zaman, çocuğun ağlamasına tahammül edemez.

Uyku, fiziksel dengenin ve buna bağlı olarak da psikolojik dengenin yerine gelebilmesi için önemli şartlardan bir tanesidir.

Ayrıca çok uyku da kişinin psikolojisini, dengesini bozar. Akşam saat 10 da yatıp, sabah saat 10 da kalkılıyor, ölü gibi devamlı uyunuyorsa, birinci uykuyu almış, ikinci uykuyu almış, vücut artık tamamen kendini bırakmış olur.

O keyif içerisinde yatakta bir o tarafa dönüyor, bir bu tarafa dönüyorsa, böylesi bir babanın çocuğuna karşı yumuşak olması da çok beklenmez.

Hayır, uyku ihtiyacı karşılandığı zaman kişinin kalkmış olması lazım ki güne başlayabilsin.

Kişinin açlık ve tokluk hissi de fiziksel bir sebepten dolayı psikolojisine tesir eder.

Öfke bozukluğuna sebep olur. Aç olan kişi sinirli olur. Aşırı kilolu olan kişi de sinirli olur.

Dolayısıyla uyku, yemek, yorgunluk gibi fizyolojik gerekleri yerine getirmemiş olan bir anne ne kadar kendisini toparlamaya çalışırsa çalışsın, sinirli olur.

O yüzden beyefendi bir babanın, aslında ilk yapacağı şey şu olmalı; eşinin dinlenmesini sağlamalı… 

“Çay getir, kahve getir, şunu götür, bunu getir, akşam biz de şuraya çıkalım, bir de misafir ağırlayalım, bir de şunu yapalım, bunu yapalım…”

Kadın robot değil ki…

Kadın böyle fiziğini bozdukça, statik dengesini, vücudunun dengesini bozdukça saldıracağı ilk kişi eşi olacaktır.

Halbuki onun fizik olarak sağlıklı olabilmesi, dinlenmiş olabilmesi eşine ve çocuğuna fayda sağlayacak.

Aynı zamanda bir kadın için de aynı şey geçerli. Kocası yorgun argın dışarıdan gelmişse, şunu bilmesi lazım; adamın fizik sistemi bozuk şu anda…

Dışarının gürültüsü var, zihni gürültülü, duyguları gürültülü, hisleri gürültülü şu anda.

“Eşimin önce fiziğinin dengeye girmesini sağlamam lazım, önce bir tebessüm ederek hoş geldin demem lazım, şöyle bir gözlerine bakmam lazım…”

Tüm bunlar onu duygusal olarak güçlendirerek, fiziğindeki o aşırılıkları yenmesine sebep olacaktır.

Pedagog Adem Güneş
https://www.facebook.com/Dr.AdemGunes


Tuesday, June 25, 2019

Kitty Genovese Sendromu


1964 yılında Newyork şehrinde akşam üstü Kitty Genovese isimli bir kadın çok da ıssız olmayan bir caddede cinayete kurban gider.

Bu olayda ilginç olan şudur.

Kadına saldıran şahıs dakikalarca kadına tecavüz etmeye çalışır başaramayınca darp eder öldürmeye çalışır. Kadını yaralı halde bırakır.

Bir süre sonra tekrar gelir ve kadını öldürür. Acı dolu bir saat boyunca zavallı kadın çığlıklar atar yardım ister.

Polis olay yerine gelir ancak resmi ihbar olaydan tam bir saat sonra yapıldığından geç gelmiştir, çevreyi inceler.

Kadının öldürüldüğü bölgede olayı kimsenin duymaması imkansızdır.


Çevre evleri incelediklerinde olayı 37 mahalle sakininin gördüğü hatta bir kısmının sonuna kadar pencereden izlediği ancak hiç kimsenin olaya müdahale etmediği ve polise haber vermedikleri anlaşılır.

Bu olay sonrası bir polis şefi gazeteci arkadaşı ile konuşurken durumu anlatır.

Gazetecinin ilgisini çeker ve bunu haber yapar.

Haber sonrası Amerika da büyük infial olur.












Psikologlar, psikiyatristler, sosyologlar incelemeye başladığında şu durum ortaya çıkar.

Olaya tanık kişilerin hepsi 'bir başkası mutlaka polise haber verir veya müdahale eder' diye duyarsız kalmıştır.

Kadın bu nedenle kalabalığın ortasında öldürülmüştür.

Bu sosyal davranışa katledilen kadının adı ile Kitty Genovese sendromu adı verilir.

Evet Sosyal Psikolojide biz bu ve benzeri durumlara Kitty Genovese sendromu diyoruz.

Yaşananlara duyarsızlıktan çok başkasına yükleme, bekleme, sosyal kaytarma;

* Birisi çözer,

* Birisi yardımcı olur işimize bakalım,

* Biri mutlaka görmüştür,

* Biri mutlaka dilekçe verir,

Düşünceleri ile sorun, problem ve sıkıntıları başkasına atmak.

Sonuç mu?

Etkisiz, güçsüz, zayıf hatta sıfır tepkiye neden olur.

Toplumsal refleks azalır ve zorba istediğini yapar.