Wednesday, January 26, 2011

K.A.Z. mı olduk ?

Adamın biri dünyada hiç kimseye bir kötülük yapmamış, her türlü kurala uymuş, içmemiş, zina yapmamış, uyuşturucu kullanmamış, kimseyi pataklamamış.


Neyse bir gün ölmüş büyük bir sevinç ve beklenti ile sorgu meleğinin önüne gelmiş.

Melek sormuş : içmemişsin, kul hakkı yememişsin
Adam : evet
Melek : Kimseye el bile kaldırmamışsın
Adam: evet
Melek : Kendi karından başkasına yan gözle bile bakmamışsın
Adam : evet

Onlarca sorudan sonra sorgu meleği yanındaki meleğe dönerek : bir çift kanat getirin...

Adam heyecanla : Melek oluyorum değilmi?
Melek : hayır kaz oluyorsun

Bir Karım Olsun İstiyorum...

Bir süre önce karısından yeni boşanmış bir arkadaşıma rastladım. Bir çocuğu vardı ve tabii ki çocuk eski karısıyla yaşıyordu. Yeniden evlenmek istediğini söyledi. Bir akşam evde ütü yaparken bu arkadaşım aklıma geldi ve birden benim de bir karım olsa hiç fena olmaz diye düşündüm. Neden bir karım olsun istiyordum? Kendimi ve bakmakla yükümlü olduğum diğerlerini destekleyebilmek için yüksek öğrenimimi bitirmek isterim. Karım ben okulu bitirene kadar çalışıp bana bakar. Çocuklarımıza da bakar. Onların doktor-dişçi randevularını kollar, iyi beslenmelerini sağlar. Her zaman temiz ve bakımlı olmalarına dikkat eder. Karımın çocuklarıma her zaman sevgi göstermesini, okul ve sosyal ilişkilerinde başarılı olmalarını sağlamasını isterim. Ben derslerimden zaman ayıramayacağım için çocukları gezdirmek, hasta olduklarında bakmak, özel ilgi gerektiği zamanlarda ilgilenmek karımın görevleri arasında olur. Karımın gerektiği zaman işten izin alabilmesi mümkün olmalı, ama bu, işten atılmasına neden olmamalı. Bu izin almalar, maaşından kesintilere yol açabilir, ancak o kadarına göz yumabilirim.


Karımın benim fiziksel ihtiyaçlarımı da karşılaması gerekir. Evimi temiz tutup benim ve çocukların arkasından toplayıp düzeltir. Giysilerimi temiz ve ütülü, eşyalarımın da aradığım anda bulabilmem için yerli yerinde olmasına özen gösterir. Karımın iyi bir aşçı olmasını, yemek alışverişini ve pişireceği yemekleri iyi planlamasını,yemekte bana ve çocuklara güler yüzlü davranmasını, yemekten sonra da benim ders çalışabilmem için bulaşıkları yıkamasını isterim. Hasta olduğumda bana bakıp sevgi gösterir, kaçırdığım dersler için beni avutur. Tatile gittiğimizde dinlenebilmem için çocukların beni rahatsız etmemelerini sağlar.


Karımın görevlerinden yakınmamasını isterim. Ancak çalışmalarımda karsılaştığım sorunları anlatmak istediğimde beni ilgiyle dinlemesini ve gerektiğinde yazdıklarımı temize çekmesini beklerim.


Karımın sosyal hayatımın ıvır zıvırıyla ilgilenmesi gerekir. Dışarı çıkacağımız zamanlarda çocuk bakıcısı bulmasını, arkadaşlarımı eve davet ettiğimde özel yemekler yapıp ikram etmesini, ancak ben ve arkadaşlarım ilgimizi çeken konularda konuşurken sözümüzü kesmemesini isterim. Çocukların beni ve konuklarımı rahatsız etmemeleri için karımın onları erken yatırmasını isterim. Konukların küllükleri temiz mi, tabakları boşalmış mı, içkileri var mı, kahveleri tam istedikleri gibi mi? Bu gibi ayrıntılara özen göstermesi gerekir.


Karımın cinsel gereksinimlerim konusunda da duyarlı davranması gerekir. İstediğim zaman tutkuyla sevişmeli ve beni doyuma ulaştırmalı. Ve tabii eğer havasında değilsem benden cinsel ilgi beklememeli. Başka çocuk istemediğimden karımın doğum kontrolü konusunda tüm sorumluluğu alması gerekir. Bana sadık olması, entellektüel hayatımın birtakım kıskançlıklarla kesintiye uğramaması bakımından önemli. Ancak benim cinsel ihtiyaçlarım monogamiye katı bir bağlılığı gerektirmeyebilir. Bunu anlayışla karşılayacak bir karım olmalı.Eğer bir rastlantı eseri şimdiki karımdan daha uygun biriyle karsılaşırsam, karımı yenisiyle değiştirme özgürlüğümün de olması gerekir. Yeni bir hayata başlayabilmem için karımdan çocukları almasını ve benim de yüzde yüz özgür olabilmem için onların tüm sorunlarıyla ilgilenmesini beklerim. Okulu bitirip de işe başladığımda karımın kendini tam anlamıyla görevlerine adayabilmesi için işini bırakıp evde oturmasını isterim.


TANRIM KİM BİR KARISI OLSUN İSTEMEZ Kİ ??


Ben mi? Karılar olarak sınıflandırılan insanlardan biriyim. Aynı zamanda bir anneyim...
Judy Syfers`in ünlü erkek egoizmini anlatan güzel bir makalesiydi.

Friday, January 14, 2011

Muhteşem Yüzyıl

Tv kanallarımızdan biri tarafından, tarihi kaynaklara dayanılmadan yaptırılan ve Kanuni Sultan Süleyman Han'ın hayatı ile ilgisi ve alakası bulunmayan bir Osmanlı dizisi : Muhteşem Yüzyıl.

Maalesef bu dizi, şanlı tarihimizi anlatmayan bir dizi olarak raflarda yerini alacak. Amerikalı, 200 yıllık geçmişiyle, muhteşem olduklarını kabul ettirecek filmler, diziler yapıyor ve bunu dünyaya pazarlıyor. Böylece onlar olmadıkları gibi görünebiliyor, biz ise olduğumuz gibi bile görünemiyoruz.

Şu aralar özel bir dizi kanalında yayınlanan ve "İçki Yasağı Yasası" döneminde gangsterler ve politikacılar arasındaki karmaşık ilişkileri konu alan "Boardwalk Empire" dizisinin çekim notlarını, oluşturulan film setini ve danışmanlarını (sayısını, niteliklerini) izleyin, ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Bu dizinin ve dolayısıyla Tv kanalının, Osmanlı'ya iftiraları sessiz kalan halkımızla birlikte devam edecektir, ancak unutulmamalıdır ki, "Geçmişine taş atanın geleceğine gülle atarlar".


İşte Kanuni Sultan Süleyman Han'ın, "Muhteşem Süleyman"ın Gerçek Hayatı

Kanuni Sultan Süleyman ( 23.02.1495)- (23.07.1566)

Osmanlı sultanlarının onuncusu ve İslam halifelerinin yetmişbeşincisi.

Saltanatı: 1520-1566

Babası: Yavuz Sultan Selim- Annesi: Hafsa Sultan

Doğumu: 27 Nisan 1495 Vefatı: 7 Eylül 1566

1509'da Kefe sancakbeyliğine gönderilinceye kadar babasının yanında kalmış ve bu müddet içinde iyi bir öğrenim ve eğitim görmüştür. Babası Yavuz Sultan Selim'in 1514 İran ve 1516 Mısır seferleri sırasında Rumeli'nin muhafazası ile görevlendirildi ve Edirne'de oturdu. Babasının vefatı ile de 30 Eylül 1520 tarihinde 26 yaşında iken Osmanlı tahtına çıktı.

Kanuni Sultan Süleyman Belgrad'ın fethi (1521) ile Orta Avrupa’nın, şövalyelerin üssü olan Rodos'un zaptı (1522) ile de Akdeniz hakimiyetinin kapılarını devletine açtı. 1526'da yüz bin kişilik ordusuyla ve üç yüz kadar top ile Mohaç Ovası'nda Macar ordusuyla karşılaştı. Bu durumda sancaklarını açık ellerini semaya doğru kaldıran sultan; "Ya Rabbi! Senin kudret ve himayeni diliyor, Hazret-i Muhammet'in ümmetine yardımını niyaz ediyorum" diye yalvardı. Tarihin bu en büyük meydan savaşında düşman ordusunu yok eden Kanuni, 20 Eylül'de Macaristan'ın başşehri Budin'e girdi. 1529'da Viyana muhasara edildi ise de kuşatma vasıtalarının getirilmemesi ve kış mevsiminin yaklaşması üzerine neticesiz kaldı. 1532'de Alman seferine çıkan Kanuni, Viyana'yı arkada bırakarak Gratz, Marburg, Gunss ve daha bir çok Alman şehirlerini zaptetti. Yedi ay Avrupa içlerinde dolaştığı halde imparator karşısına çıkmaya cesaret edemeyince geri döndü.

1534'te Safeviler üzerine sefere çıkan Sultan, Bağdat ve Basra'yı zaptetti. Bağdat'ta evliya kabirlerini ve Kerbela'da Hazreti Ali ve Hazreti Hüseyin'in makamlarını ziyaret eden Kanuni, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imaret yaptırdı. Fetih hareketlerine devam eden Kanuni, 1535'teTebriz'i zaptetti. 1537'de İtalya seferine çıkarak, Otranto'ya kadar ilerledi.

Karalarda cihan hakimiyetini eline geçiren Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayrettin Paşa vasıtasıyla denizlerde de Osmanlı Devleti'nin gücünü gösteriyordu. Nitekim bu büyük deniz komutanı haçlı donanmasını 27 Eylül 1538'de Preveze'de imha ederek, müstesna bir zaferle Akdeniz'de tam bir Türk hakimiyeti kurdu. Kanuni Süveyş'te kurduğu donanma ile de Kızıldeniz'i ve Arabistan sahillerini emniyet altına aldı ve Avrupalıları Hindistan sahillerinden uzaklaştırmaya başladı.

Bu fetihleri; 1543'te Estergon, Nis ve İstolni-Belgrad, 1551'de Trablusgarb'ın zaptı ve 1553'te Nahcıvan Seferi takip etti. İhtiyar ve hasta bir halde iken 1566'da yine cihada çıkan bu büyük Türk sultanı, Zigetvar kalesinin zaptı sırasında top sesleri arasında 72 yaşında iken vefat etti. Naşı Süleymaniye'deki türbesine defnedildi.

Türklerin kendisine Kanuni ve Gazi, Avrupalıların ise "Muhteşem" dedikleri Süleyman Han, babasından devraldığı 6,557,000 kilometrekarelik Osmanlı toprağını, yaptığı fetihlerle 14,893,000 kilometrekareye ulaştırdı. Bulunduğu yüzyıl, dünya tarihine Türk asrı olarak geçti. Bu asırda her sahada dahi devlet ve ilim adamları yetişti. Nitekim sadrazamı İbrahim Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmet Paşa; şeyhülislamı Kemal Paşazade, Ebüssuud Efendi, şairi Baki, Fuzuli; sanatkarı Mimar Sinan; kaptan-ı deryası Barbaros Hayrettin Paşa olan bir devletin padişahı Kanuni olurdu.

Sultan Süleyman Han'ın asıl adından daha fazla bilinip, şöhreti olan Kanuni ünvanı, önceki Osmanlı kanunnamelerini ve devri icabı lüzumlu hükümleri Kanunname-i Al-i Osman adı altında, İslam hukuku esasları dahilinde toplattırıp tanzim ettirmesinden ileri gelmektedir. Kanuni hareket ve sözleri güzel, aklı kamil, nezaketli, irfan sahibi, sözleri tatlı, alim, hakim ve şairlere dost, bütün maddi-manevi iyilikleri şahsında toplamış emsalsiz bir padişahtı.

Pek çok hayrat ve iyilikleri olan Kanuni, imar faaliyetleriyle de uğraştı. Memleketin hemen her yerinde camiler, mescitler, medreseler, hamamlar ve çeşmeler inşa ettirdi. Mimar Sinan'ın yaptığı Süleymaniye Camii de bu devirde Türk azameti devrinin tacını teşkil etmiştir. Koca Mimar Sinan büyük Hakan'a; "Padişahım sana öyle bir cami inşa ettim ki, kıyamete değin ayakta duracak bir metanete sahiptir." diyerek bu güzel eserini takdim etmiştir.

Pek çok özellikleri yanında büyük bir şair olan Kanuni Sultan Süleyman'ın hastalığında yazdığı şu beyti yüzyıllardır dillerde söylenmektedir.

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Kanuni Sultan Süleyman Han halifelik yapmış ve asla içki içmemiştir ve iddia edilmeye çalışıldığı gibi hayatı haremle görüş odası arasında geçmemiştir. Tam aksine edepli ve terbiyeli, zevke sefaya değil padişahlığının büyük zamanını at sırtında geçiren ve sefer de ömrünü kaybeden bir padişahtır.

Bazen seferden dönmeden başka bir sefere gittiği için ve gittiği yeri yakınındaki birkaç kişiden başka kimse bilmediğinden bazı noktalar katipler tarafından kaydedilememiştir ve ancak vezirlerin tuttuğu günlükler tarihe ışık tutmuştur.

Tarihi kayıtlarla bilinen şu olay ecdadımızın gücünü göstermektedir:

Fransa Kralı bir gün Alman İmparatoru Sarlken´e esir düşer. Bunun üzerine Fransa Kralının annesi derhal Osmanlı İmparatoru Kanuni Sultan Süleyman Han´a mektup yazarak yardım ister. Süleyman Han, derhal Alman İmparatoruna bir mektup yazdırır:

“Biz ki, diyar-i Trablusgarbin, diyar-i Libyanin, diyar-i Mısırın, diyar-i Rumun, diyar-i Rumeli ve Acem topraklarının fatihi, ……. vs. yerlerin sultanı Sultan Süleyman Hanız. Sen ki, Almanya Eyaletinin Kral´i Sarlken´sin. Sana deriz ki, tez Fransız Kralı kulumuzu serbest bırakasın.” Muhteşem Süleyman´in koskoca Almanya İmparatoruna olan hitabı iste bu şekilde olur.

Yazdırdığı o mektubu Alman Kralına göndermek için bir paşa dahi tayin etmeye tenezzül etmeyen Süleyman Han, bu ise sıradan bir çavuşu vazifelendirmekle yetinir. Tabii netice mi? Fransız Kralı derhal serbest bırakılır.

Ülkesinde dans ve alemler düzenleyen Fransa Kralına yazdığı bir mektup:

“Elçimden aldığım habere göre bildiğim oldu ki, sizin ülkenizde adı dans olan, kadın ve erkek arasında münasebetsizce oynanan bir oyun ortaya çıkmış. Bu mektup eline geçtiği anda ya bu rezil oyunu hemen yasaklarsınız ya da ben gelir ülkenizi başınıza yıkarım.”

Ve Kanuni’nin bu mektubundan sonra Fransa’da 100 yıl dans edilmediği yabancı tarihçilerce yazılmıştır.

Tuesday, January 11, 2011

"Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir." Mustafa Kemal Atatürk

 

Kıssadan Hisse:

Üç arkadaş bir yaz günü yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalıyorlar. Biri Türk, biri Kürt, diğeri de Ermeni. Ermeni olan aynı zamanda papaz.

Hava çok sıcak, bir süre sonra yolda susuyorlar. Etrafta su yok, bağların arasından geçiyorlar, üzümlerin de olgun zamanı.

"İki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın" diye bir bağa giriyorlar. Bağın sahibi bir Türk, ama onu göremiyorlar. "Kaç paraysa veririz" diyerek yemeye başlıyorlar.

Bu sırada bağın sahibi yanlarına geliyor. Bakıyor ki üç kişi durmadan üzümlerini yiyor. Bu duruma fena bozuluyor, müthiş sinirleniyor, çünkü el emeği göz nuru ile oluşturduğu bağında yabancı üç kişi keyifle oturuyor.

Ama bir yanda da üç kişiyle de aynı anda başa çıkamayacağını düşünüyor. Üç yabancıyı dikkatlice süzüyor, birinin kıyafetinden Ermeni ve papaz olduğu belli. Diğerinin konuşmasından Kürt olduğunu anlıyor, üçüncüsü de Türk, belli zaten.

Dönüyor Ermeni'ye :

"Bak bu adam Türk, yesin malımı. Benim kanımdandır, helali hoş olsun; bu da Kürt'tür, yurt, din kardeşimdir, sen niye yiyorsun benim üzümü mü ulan ?" diye bağırıyor.

Bu laf, üzerlerine sorumluluk yüklenmeyen Türk ve Kürt'ün hoşuna gidiyor ve kenara çekiliyorlar. Adam, bu bahane ile papazı bir güzel döverek kıpırdayacak hal bırakmayıp, yere uzatıyor.

Sonra Kürt'e dönüp :

"Müslümansın tamam anladık da, niye sahipsiz bağa giriyorsun ? (Türk'ü işaret ederek) Bu adam benim kanımdan, yediyse afiyet olsun; çünkü o kardeşimdir..." deyip Kürt'ü de bir güzel döverek ve yere uzatıyor.

Bu durum da halen başı derde girmeyen Türk kenarda bekliyor. Bağcı, biraz dinlendikten sonra Türk'e dönüyor ve :

"Tamam anladık Türk'sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi ?" diyerek Türk'e de vurmaya başlıyor.

Türk yere yuvarlanıyor ve bakıyor ki Kürt arkadaşı hala kıvranıyor, ona dönerek :

"Azizim biz..., papazı hiç dövdürmeyecektik!"



Notlar:

(1) Hikaye anonim, Türkçeye uyarlama bana aittir. 'Ben böyle yazmamıştım bunu' diyen biri çıkacak olursa, değiştirilenler sadece dilbilgisi kurallarına uymayan kısımlardır, anlatımın orijinalliğine dokunulmamıştır.

(2) Başlıkta kullanılan ve Ulu Önder Atatürk'e ait olan söz ile 'Kıssadan Hisse' başlıklı yazı sonradan bir araya getirilmiştir.

(3) Kelime anlamları
Hodbin : Kibirli, bencil
Mağrur : Sadece kendiyle -yaptıkları ile- gurur duyan

Monday, January 10, 2011

GERÇEK ŞU Kİ, insan tatminsiz bir tabiata sahiptir. Meâric Suresi 19.

 

Ve insan tek başına oturdu. Hüzne boğulmuş bir halde.

Bütün hayvanlar etrafına toplandılar ve dediler ki: "Seni böyle üzgün görmek hoşumuza gitmiyor. Bizden ne dilersen gerçek olacak."

İnsan dedi ki : "Daha iyi görmek istiyorum."

Akbaba şöyle yanıtladı : "Benim görme gücümü alacaksın."

İnsan dedi ki : "Güçlü olmak istiyorum."

Jaguar dedi ki : "Benim gibi güçlü olacaksın."

Sonra insan dedi ki : "Yeryüzünün sırlarını bilmek istiyorum."

Yılan yanıt verdi : "Ben sana gösteririm."

Ve tek tek bütün hayvanlara sıra geldi. Ve onların verebilecekleri bütün yetenekleri kazanınca insan gitti.

Baykuş diğer hayvanlara dedi ki: "Artık insan çok şey biliyor ve birçok şey yapabilir. Aniden korktuğumu hissettim."

Geyik dedi ki : "İnsan istediklerine kavuştu. Artık kederi son bulacak."

Ancak baykuş şöyle yanıtladı:

"Hayır. O insanda bir delik gördüm. Asla doyuramayacağı bir açlık kadar derin. Onu hüzünlendiren ve fazlasını istemesine neden olan şey de bu. Durmadan almayı sürdürecek.

Ta ki DÜNYA şöyle diyene kadar: 'Daha fazla veremeyeceğim ve verecek bir şeyim kalmadı.'"

Apocalypto (2006) Mel Gibson